Kulağımızdaki İşitme Teknolojisi
Ses dalgalarını algılayan bir cihaz yapmaya çalıştığınızı düşünün. Bunun için çok sayıda elektronik parça kullanmanız gerekecekti. Cihazı çalıştırabilmeniz, birçok şartı art arda doğru olarak yerine getirmenize bağlı olacaktı.Öncelikle parçaların tamamını doğru seçmeniz ve doğru bir sıra ile yerleştirmeniz gerekecekti. Ayrıca parçalar arasında doğru bağlantılar kurmanız da yerine getirmeniz gereken başka bir şart olacaktı.
Parça seçimi, yerleşim planı ya da parçalar arasında kurulan bağlantılarda yapılacak tek bir hata cihazın çalışmamasına neden olacaktı. Şüphesiz ki böyle bir elektronik devreyi kurarak, çalıştırmak bir bilgi birikiminin ve deneyimin ürünüdür. Tüm bunlara rağmen birisi çıksa ve bu cihazın bir planlayıcısı ve imalatçısı olmadan da kendiliğinden oluşabileceğini iddia etse, bunun için de çeşitli teoriler öne sürse ne düşünürdünüz? Elbette ki bu kişinin söylediklerini hiç dikkate almazdınız. Ancak biz yine de bu iddiayı şöyle bir senaryo ile test edelim:
Ses dalgalarını algılaması için gerekli olan cihazın tüm parçaları doğru bir şekilde seçilmiş ve bir rafta yan yana duruyor olsunlar. Raftaki bir kutuda da lehim aleti gibi devreyi monte etmek için gerekli olan araçlar ve bir de priz bulunsun. Siz de tahmin edersiniz ki aradan yüz değil yüz bin yıl geçse de bu devre kendiliğinden oluşmayacaktır. İster yıldırım düşsün isterse parçaların hepsine tek tek elektrik verilsin bu sonuç hiç değişmeyecektir. Elektronik konusunda uzmanlaşmış birinin çalışması olmadıkça bu cihaz kendiliğinden imal edilemeyecektir.Ne var ki bugün birileri çıkıp söz konusu cihazdan çok daha üstün bir yapının, işitme duyumuzun tesadüfî nedenlerle ortaya çıktığını iddia edebilmektedir. Bu iddianın mantıksızlığı açıktır. Kulağımız ses dalgalarını algılayan tüm cihazlardan çok daha üstün bir işleve sahiptir. Kulağımızdaki tasarım, üstün bir Yaratıcı olan Allah’ın eseridir.
Bu makaleyi okurken, işitme organımızın mükemmel yapısını ve en ileri teknolojilerin bile ulaşamadığı üstün özelliklerini öğrenecek ve Allah’ın kusursuz yaratışının bir örneğine şahitlik edeceksiniz:
Seslerin Dünyası
Ses hayatımıza anlam katan en önemli unsurlardan biridir. Bir an için düşünün sessiz bir dünyada yaşamak nasıl olurdu?
Gelin böyle bir dünyayı hayal etmeye çalışalım: Böyle bir dünyada hiçbir ses ya da gürültü olmazdı. Hemen arkamızdan yaklaşan büyük bir tehlikeyi fark edemezdik. Etrafımızdaki gelişmelerden haberdar olamaz… Müzik gibi bir nimeti bilemezdik. Sevdiklerimiz ile iletişim kuramaz…. Kimseye düşüncelerimizi kolayca ifade edemez, bildiklerimizi anlatamazdık.
İşitme duyumuzun temeli olan iç kulak ve beyindeki işitme merkezimiz bir santimetre küpten yani bir kesme şekerden bile daha az yer kaplar. Çevremizdeki sesleri duymamızı sağlayan kulağımız son derece karmaşık mekanik, hidrolik ve elektronik yapıları barındıran minyatür bir mühendislik tasarımı gibidir. Dünya üzerinde gördüğünüz tüm teknolojik ürünler, plan ve projeler bir birikimin sonucudur. Her yeni bina ya da makine öncekilere ait bilgilerin derlenmesi, yenileştirilmesi ve küçük ilavelerle geliştirilmesi sonucundadır. Oysa kulağın ortaya çıkması, mühendislik bilgisinin çok ötesindedir.
Havadaki başıboş titreşimler değerlendirilerek, bir duyu organına kaynaklık yapmaktadır. Bu benzersiz bir tasarımdır. İşitme sistemimizin ortaya çıkışı ile ilgili yapılabilecek tek bir açıklama vardır: Mühendislik başyapıtı olarak nitelendirilen işitme duyumuz ancak “benzeri olmadan yaratma” ile açıklanabilir. Bu üstün yaratış, yerleri, gökleri ve ikisinin arasındaki her şeyi yaratan Allah’ın yaratmasıdır.
Seslerin İşlendiği Yer: İşitme Merkezi
Bu resimde işitme duyumuzda yer alan unsurlar gösterilmektedir. Kulağımıza gelen ses dalgaları A harfiyle temsil eden bölümün içinde toplanır, B’yi geçer ve C ve E harfleri arasındaki mekanik sistemi harekete geçirir. E harfinden sonra mekanik güç, resmin sağında yer alan mor renkli bölüme ulaşır. Burada mekanik güç sıvıyı hareketlendirir. Sonuç elektrik sinyali üretimidir.
Bu sinyaller şeklin en sağında gördüğünüz boncuklar tarafından taşınır. Ulaşılan yer bir bilgisayardır. Bilgisayar içinde yapılan işlemlerle sesler işlenir ve işitme gerçekleşir.
Bilgisayarın sembolize ettiği yer beynimizdeki işitme merkezidir. Beyindeki işitme merkezi iç kulaktan aldığı sinyalleri yorumlayarak işitme dediğimiz işlevi sağlayan parçadır. Bütün seslerin işlendiği bu yer sanıldığının aksine çok sessizdir. Beynimizdeki işitme merkezi, henüz tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, mucizevî bir işlevi yerine getirir. İşitme ile ilgili bilgi, kulağımızdan bu işitme merkezine, 2,5 cm uzunluğundaki işitme sinirimiz tarafından taşınır.
Beynimiz, kendisine ulaşan sinyalleri, “saniyenin onda biri kadar bir zamanda” o ana kadar duymuş olduğumuz 400 bin kadar sesi analiz ederek karşılaştırır. Bu sayede vücudumuz sese vereceği tepkiye hazır hale gelir. Eğer böyle olmasaydı arkamızdan gelen bir arabanın sesini duyamaz ve asla tam zamanında önünden kaçamazdık.
İşitme merkezinin bir başka özelliği de sesler üzerindeki süzme özelliğidir. Günlük hayatımızda pek çok sesi kapalı mekânlarda algılarız. Bu ortamlardaki radyo, televizyon gibi cihazlardan çıkan her türlü ses kapalı çevredeki cisimlere çarpar ve yankılanır. Dolayısıyla orijinal sesten hemen sonra bu sesin duvar, tavan gibi ortamlara çarparak geri dönen “yankı”sını da duymamız beklenir. Yankı etkisini arttırması gereken bir başka unsur da başımızdır. Başımıza çarpan ses dalgalarının doğrudan kulağımıza gelenlerin peşi sıra işitme merkezine ulaşması bunun da yankı özelliğini artırması gerekir. Ancak hiçbir zaman böyle olmaz, algılamamız gereken sesin dışındaki tüm yankılar beyin sapında elemeye tutulurlar.
Johns Hopkins Tıp Fakültesi İşitme Bilimleri Merkezi’nin Yöneticisi Eric Young beynimizin bu mükemmel özelliğini şöyle anlatıyor:
“Beyin sapımızdaki hücreler çevredeki sesin yerini saptamak üzere iş başındadır. Böylece yüzlerce farklı ton ve karakterdeki ses değerlendirilir. Sesler arası ayırım burada ve hiç bir özel gayret olmadan yapılır. Gayda sesi ayak sesinden ayrılır. İşitme sinyalleri üzerlerindeki yankı gölgesi, AKILLI beyin sapımız tarafından silindiği için keskinleşir. Böylece bu yankıları algılamayız. Örneğin sizinle konuşan ve piyano çalan arkadaşınızdan gelen sesler duvarda, şöminede ve tavanda yankılanır. Bu noktada beyin sapımızdaki işlem merkezi gelen yankı seslerini denetime alır ve dışlar. Sonuçta orijinal sesin geçmesine izin verir, yankıların tamamını siler. Adeta bir hile yaparak sesin bütünlüğünü korur.”(John Hopkins Magazine – September 1996, Issue)
Beyin sapının yankıları engelleyen bu muhteşem seçiciliğine rağmen nasıl oluyor da bazı yankıları duyuyoruz? Elbette karşımızdaki mesafe fazlaysa, örneğin vadi gibi bir bölgede, yüksek volümlü sesler yankı oluşturur. Çünkü bunlar zamanlama olarak orijinal sesten bir kaç saniye sonra bize ulaşır.
Bu durumda beynimiz tarafından elemeye tabi tutulmaz. Ayrı bir ses olarak algılanır. Ama bu sırada beyin ilk sesin değerlendirilmesini tamamlamıştır. Dolayısıyla yankının orijinal sesle karışıp rahatsızlık oluşturması da söz konusu değildir.
Ses de tıpkı sudaki dalgalar gibi havada belli bir hızla yayılır. İşitme merkezimiz sesin bu özelliğinden en iyi biçimde istifade edebilecek bir tasarıma sahiptir.
Her iki kulağımız arasındaki mesafe yaklaşık 20 cm.dir. Bu nedenle başımızın bir yanından gelen bir ses diğer yandaki kulağa saniyenin beş binde üçü kadar bir gecikme ile ulaşır. Beynimizdeki bazı hücreler bu çok küçük farkı hemen algılayarak sesin hangi yönden geldiğini tam olarak hesaplarlar. Ancak ses dalgalarının arasındaki mesafe iki kulağımızın arasındaki mesafeden kısa ise bu yöntem bir işe yaramaz.
Buna rağmen biz yine de bu tip ses dalgalarını duyabilir ve kaynaklarının yönünü belirleyebiliriz. Peki, ama nasıl?
İşitme merkezi bunu “sesin gölgesini oluşturarak” başarır: Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım: Başımıza yandan ışık vurduğunda başımızın diğer yanında, başımızın bir gölgesi oluşur. İşte bunun gibi yandan gelen bir ses olduğunda başımızın diğer tarafında sesin şiddetinin düşük olduğu bir “ses gölgesi” olacaktır. Tiz ses her iki kulağa hemen hemen aynı anda ulaşmasına rağmen işitmeye hassas hücreler bu kez her iki kulağa ulaşan sesler arasındaki bu şiddet farkından yararlanarak sesin tam olarak hangi yönden geldiğini hesaplarlar. İşitme merkezi tüm bunları kendine ulaşan elektrik sinyallerini analiz ederek yapar.
Peki, ama havadaki ses dalgaları nasıl olur da elektrik sinyallerine dönüşür?
İşte burada mühendislik tasarımının hayranlık verici başka özellikleri ile karşılaşırız.
Güvenliği Sağlanmış Bir Giriş: Dış Kulak Yolu
Dış kulağımız dışarı açılan bir kapı gibidir. Bu nedenle dışarıdan gelerek vücudumuza zarar verebilecek mikrop, toz ve yabancı maddelerin girişine müsaittir. Ancak dış kulak yoluna yerleştirilmiş salgı bezleri ve kıllar, içeri girebilecek mikrop, toz ve benzeri yabancı maddelerin önünde bir engel oluşturur. Bezler terin yanında yağ ve şeker içerikli sıvılar salgılarlar. Bu sıvılar kılların çevresine temas ederek, kılları yapışkan hale getirirler. Sıvının yapışkan hale gelmesiyle, toz ve mikroplar daha tünelin başında bunlara yapışır ve alıkonurlar. Dış kulakta salgılanan sıvı, hem mikrop öldürücü bir etkiye sahiptir hem de vücudun savunma sistemi hücrelerini de barındırır. Bir başka özellik de sıvının asidik özelliğinin olmasıdır. Dış kulakta oluşan asidik ortam çoğu mikrop için öldürücüdür.
Kulak kepçesinden kulak zarına kadar uzanan yol dosdoğru bir tünel şeklinde değildir, adeta bir viraj alarak zara varır. Böylelikle dış ortamdan gelebilecek darbelere karşı zar korumaya alınmıştır. Örneğin sivri bir cismi kulağına sokan bir çocuk, çok büyük ihtimalle zara ulaşamayacak, dış kulak yolunda küçük bir yaralanmaya neden olacaktır. Kulağa tutulan basınçlı su da zara doğrudan ulaşmadığı için zarar vermez. Eğer dış kulak yolumuzun bu özel yapısı olmasa, yıkanırken bile kulak zarımız kolayca yırtılabilecekti.
Dış kulak yolunun çok önemli bir diğer özelliği sürekli olarak kendini yenileyebilmesidir. Artıkların ciltte toplanması, burada hem yıpranma, hem de ses dalgalarının geçmesine engel oluşturur. Bu noktada yine bir tasarım harikasının devreye girdiğini görürüz. Dış kulak yolundaki deri, merkezden dışa doğru göç ederek kendini yeniler. Örneğin girişten 2 santimetre içeride yer alan deri, zamanla dışa doğru göç ederek, 1,5 santimetreye kayar. Bir zaman sonra 1 santimetreye doğru ilerler. Bu şekilde devam ederek sonunda tamamen yenilenir. Bu şekilde göç ederek temizlenme özelliği, vücudumuzu kaplayan derinin tamamı içinde sadece dış kulak yoluna özeldir.
Sonuçta dış kulağımız dış ortamdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı önlemler alınmış bir kale gibidir.
Ses Toplama Ünitesi: Dış Kulak
20. yüzyılın başında birçok evrimci, insanın kulak kepçesini işlevini kaybetmiş bir organ olarak görmekteydi. Bu organ evrimcilere göre, hayali evrimsel süreç içinde iyice küçülerek yok olacaktı. Bu tezden yola çıkan birçok evrimci sözde geleceğin insanını hayal ederken yaptıkları çizimlerde kulak kepçesine yer vermemişlerdir. Oysa günümüzün bilimsel bulguları evrimcilerin pek çok konuda olduğu gibi bunda da yanıldıklarını göstermektedir.
Kulak kepçesi bir tür megafon görevi yapar ve ses dalgalarını kulağın içine yönlendirerek burada yoğunlaşmalarını sağlar.
Kulak kepçesinin her milimetresi ve kıvrımı özel olarak tasarlanmıştır: Kulak kepçesinin güçlendirdiği sesler özellikle konuşma aralığında gelen insan sesleridir. Bir diğer deyişle kulağımız şiddetini artıracağı sesleri kendisi seçmektedir. Herhangi bir sesin değil de özellikle bizim için en önemli olan konuşma seslerinin seçilmiş olması işitme ve konuşmanın aynı sonsuz akıl tarafından bizim için birbirine uygun olarak yaratıldığının bir diğer kanıtıdır.
Kulağın; kepçeden, kulak zarına kadar olan kısmı “dış kulak yolu” olarak adlandırılır. Kulak kepçemizden başlayan ‘sesi seçerek yükseltme’ özelliği; dış kulağımızda da devam eder. Dış kulak yolu da sesleri yükselterek içeriye taşır. Nitekim araştırmalar kepçe ve dış kulak yolunun, seslerin kulak zarına yaptığı basıncı tam on kat arttırdığını göstermiştir.
Dış kulağın işitmedeki önemli bir görevi de havayı vücut sıcaklığına getirmesidir. Bu işlev işitmede önemlidir. Çünkü ortamın ısısı gaz moleküllerinin hızına etki etmektedir. Eğer iki ortam faklı ısıda olsalardı, hızlı hareket eden gaz moleküllerinin hareketini de ses olarak algılayacaktık.
Akıllı Bir Tasarım: Kulak Zarı
Titreşerek işitmemizi sağlayan zar adeta akıllıdır ve kendi başına karar verme yeteneğine sahip gibidir. Yarım santimetre kareden biraz büyük bir alanı ancak kaplayan kulak zarı, sivri ucu dışarı bakan koni şeklindedir. Dış ortamdan gelen ses sinyalleri zara çarptıklarında titreşime neden olurlar. Kulak zarı o denli hassastır ki örneğin, bazı ses dalgalarında, zarı santimetrenin milyonda biri kadar hareket ettirebilir. Bu, bir hidrojen atomunun çapından daha azdır. Zar, bu küçük hareketiyle bile sesin işitme merkezine gönderilmesi işini gerçekleştirebilir.
Öncelikle titreşimleri sadece dış yüzüyle alır. Her iki yüzüyle alıyor olsa, vücudumuzun içinden kaynaklanan seslerle de titreşiyor olurdu. Biz de bu düzensiz titreşimler sonucu ses karmaşası işitiyor olurduk. Ancak zar belli frekanslarda titreşir.
Dış dünyadan gelen bütün frekanslarda titreşiyor olsaydı eğer, işitmeyi hiç istemeyeceğimiz birçok rahatsız edici sesi işitiyor olurduk. Kulak zarımız, titreşime neden olan ses dalgaları arasında ayırım yapar. Bir fısıltıyla titreşebilen zarımız, bundan 40 kat şiddetle gelen ses dalgalarını da zarar görmeden işleme sokabilir. Bu özellik sayesinde kulak içindeki hassas yapılı hücreler kendileri için zararlı olabilecek şiddetli seslerden korunabilmektedir. Kulak zarı, sesin geliş açısına bakmaksızın her taraftan gelen sesle titreşir. Bu özellik olmasaydı karşımızda konuşan birini hiç duyamazdık. Sadece yanımızdan gelen sesleri duyabilirdik.
Zarın amortisör gücü de çok yüksektir. Sesin şiddetine bağlı olarak fazla titreştikten sonra bile, sesin kesilmesinden sonra saniyenin binde dördü kadar bir sürede titreşmeyi durdurabilir. Bu gerçekten de hayranlık duyulması gereken bir yetenektir.
Doğada bulunan çeşitli maddelerin veya metallerin titreşimleri saniyeler sürer. Kulak zarımız bu derece hızlı bir biçimde durağan duruma geçmiyor olsaydı, kendisine gelen bir ses uyarısı sonucu daha titreşimdeyken yenileri gelecek ve biz pürüzsüz sesler yerine birbiri üstüne çakışan sesler, uğultular işitiyor olacaktık.
Bütün bunlar çok açık bir gerçeği bize göstermektedir. Büyüklüğü milimetrelerle ifade edilen kulak zarı belirli bir amaç için tasarlanmış ve yaratılmıştır. Elbette kulak zarını meydana getiren hücrelerin kendi aklı yoktur. Yüklendikleri işlevler de kendi seçimleri değildir. Onlar da her şey gibi Allah’ın emriyle hareket etmektedirler. Kulağımızın bu kadar mükemmel özelliklere sahip olmasının tek nedeni Allah’ın sonsuz aklı ve ilmidir.
Orta Kulaktaki Üç Ses Nakil Aracı: Çekiç, Örs, Üzengi
Kulak zarı, kendisine ulaşan titreşimleri güçlendirerek orta kulak bölgesine aktarır. Burada birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden, çekiç, örs, ve üzengi olarak bilinen üç küçük kemik vardır. Bu üç kemikçik birbirleriyle bağlantılı bir biçimde kulak zarı ile iç kulağımız arasında bulunurlar.
Kemikçikleri iterek harekete geçiren kulak zarıdır. Sonuçta kulak zarı dış dünyadan aldığı ses sinyalleriyle titreşir. Bu titreşim kemikçikleri hareketlendirir, zara bitişik olan çekiç örsü, örs de üzengiyi iter. Bir kaldıracın parçacıkları gibi hareket eden orta kulak kemikçikleri zardan aldıkları kuvveti işitme sisteminin bir başka üyesi olan salyangoza taşırlar. Allah her üç kemiğin şekli, boyu ve birbirlerine bağlanma biçimlerini zardan gelen kuvveti % 30’luk artışa neden olacak biçimde yaratmıştır.
Peki, ama zaten zarda aşırı şiddette titreşimlere neden olacak bir sesin daha da büyütülerek iletilmesi büyük zararlara neden olmaz mı? Kulaktaki mükemmel tasarımda bu gibi zararları ortadan kaldıracak tedbirler de alınmıştır. Kaldıraç sistemini oluşturan kemikçikler klasik hareketlerinin dışında ‘patinaj’ olarak nitelendirilen bir hareket de yapabilirler. Patinajın amacı, şiddetli seslerin iç kulağın hassas dokusuna zarar vermesini önlemektir.
Orta kulağın aşırı derecede yüksek sesleri aşağı indirmek için kullandığı başka bir tür “tampon” özelliği daha vardır. Bu özellik, örs, çekiç ve üzengi kemiklerini kontrol eden, vücudun en küçük boyuttaki iki kası tarafından sağlanır. Kasların biri çekiç, diğeri ise üzengi kemikçiklerine tutunmuştur. Şiddetli bir sesle karşılaştığımızda; sinyal, işitme siniri ile beynimize ulaşır ulaşmaz refleks bir mekanizma harekete geçer. Bu iki kas, sinirler yoluyla uyarılır. Kasların kasılmasıyla çekiç ve üzengi, ses sinyalini ilettikleri yönün tersine doğru çekilirler ve adeta frenlenirler! Böylece, iç kulağa giden ses şiddeti azaltılmış olur. Bu refleks bir saniyenin beşte biri kadar kısa bir sürede devreye girer. Ancak minik kaslar, hızlı olmalarının yanı sıra, son derece akıllıdırlar da; çünkü seçerek kasılırlar! Her ses şiddetinde kasılıyor olsalardı, dış dünyadan gelen normal seslerin de şiddetini azaltmış olacaklardı… Dolayısıyla, dünya üzerindeki tüm insanlar işitme güçlüğü çekeceklerdi.
Yüksek seslerin olduğu, kalabalık bir ortamda bulunduğumuzu düşünelim… Kasların devreye girmesiyle, perde arkasındaki bu sesler baskılanır; böylece, konuştuğumuz insanı daha rahat işitiriz.
Allah’ın eşsiz yaratışının bir ürünü olan bu kaslar, çok özel bir amaç için oradadırlar çünkü sadece iç kulağa zarar verebilecek yüksek seviyedeki seslere karşı kasılırlar. Bu denli ince hesapların yapılması ve minicik yapıların görevlerini kusursuzca üstelik milyonlarca yıldan beri uygulaması, evrimcilerin öne sürdüğü kör tesadüflerin değil aksine kusursuz ve ihtişamlı bir yaradılışın ürünü olduklarını ortaya koymaktadır.
Bu denli kusursuz bir tasarıma sahip olan orta kulağın önemli bir dengeyi korumaya ihtiyacı vardır. Bu denge, orta kulaktaki hava basıncı ile, kulak zarının diğer tarafındaki, yani atmosferdeki hava basıncının eşit olması zorunluluğudur. Çünkü basıncın artması veya azalması işitmeyi engelleyen bir durumdur. Ancak bu denge de düşünülmüş ve orta kulak ile dış dünya arasında hava alış verişi sağlayan bir “havalandırma kanalı” var edilmiştir.
Bu kanal, orta kulaktan ağzımıza kadar uzanan içi boş bir boru olan östaki borusudur. Östaki borusu herhangi bir nedenle dış ortam basıncı ile orta kulaktaki basınç farklı olduğunda devreye girer. Bu basınç farkı, kısa süre sonra dengelenir.
İç Kulak Ve Dans Eden Tüycükler
Beyindeki işitme merkezine gelen işitme sinyallerinin çıkış noktası iç kulağımızdır. İç kulağımız, mekanik uyarıyı elektriksel uyarıya dönüştüren bir santral gibi çalışır. Dış ortamda oluşan ses dalgaları, kulak kepçesi ve dış kulak yoluyla orta kulağa kadar varır; burada yer alan zar ve kemikçikleri harekete geçirir. Bu hareket, iç kulak sıvısının hareketlenmesiyle sonlanır.
İç kulakta işitmeden sorumlu bölüm, bir bezelye tanesi büyüklüğündeki ‘salyangoz’ adı verilen yapıdır. Salyangoz çok sert, kemikten bir kanalla çevrelenmiştir. Sarmal şeklindeki bu yapı; tabanından, tepesine kadar 3–4 cm.dir ve üzerindeki kanalların içi sıvı doludur. Kemiklerin hareketi salyangoza ulaştığında bu sıvı hareketlenerek dalgalanır. Salyangozun iç duvarlarında ise, bu sıvının dalgalanmalarından etkilenen küçük tüycükler vardır. Kulağımızda 32 bin hücrenin üstünde sıralanmış olan bir milyondan fazla tüycük bulunur. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara bağlı olarak hareket ederler. Tüycükler kendilerine şiddetli bir titreşim iletildiğinde saniyede yirmi bin kez titreşebilirler, zayıf ses dalgalarında ise çok küçük hareketler yaparlar. Tüycükler harekete karşı son derecede duyarlıdır. Öyle ki, bir tüycüğün 1 hidrojen atomunun çapı kadar yani bir milimetrenin 400 milyarda biri kadar hareket etmesi bile, elektrik uyarısının başlatılması için yeterli olabilmektedir. Buna göre, tüycüğü 500 metre yükseklikte bir bina olarak düşünürsek, binanın tepesindeki 2 santimetrelik bir hareket uyarıyı başlatabilmektedir.
Salyangoz (solda) ve içindeki tüycüklü hücreler (sağda)
Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Tüylü hücre demeti bir elektrik düğmesi gibi çalışır. Tüyler, bir uca doğru yatarak açma, tersinde ise kapama yapmaktadır. Tüycüklerdeki sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar.
Yani salyangozun içindeki tüylü hücreler tıpkı bir pil gibidir. Bu, iç kulaklarımızın her birinde yaklaşık 16’şar bin pil taşımamız demektir. Ancak bu piller bizim kullandıklarımızla kıyaslanmayacak kadar yüksek teknolojiye sahiptirler. Çok daha hassastırlar ve çok daha hızlı işlem yapabilirler, üstelik asla şarj olmaları da gerekmez. Dahası hepsini bir araya toplasanız bir bezelyenin içine bile sığdırabilirsiniz.
Tüycükleri dış ortamda incelemeyi başaran bilim adamları onların en ufak bir sese bile tepki verdiğini gördüklerinde hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Rockefeller Üniversitesinde, 20 yılı aşkın bir süre iç kulağı inceleyen David Corey tüylü hücrelerin bu özellikleri karşısında şunları demektedir:
“Tüylü hücrelerin mekanikleri inanılmaz. Bir tüy demetinin hareketi adeta sihirli bir biçimde duymamıza olanak sağlıyor. Bu hücreler öylesine muhteşem ki onlara bakmaktan asla yorulmuyorum”(Hudspeth, A. J., The ionic channels of a vertebrate hair cell. Hear Res 1986, 22: 21-27.)
İç kulaktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, dış dünyadan gelen ses dalgalarının şiddetlerini ve ritimlerini de yansıtmayı başarırlar. Bu öylesine karmaşık bir işlemdir ki, bilim bugüne dek, frekans ayrıştırma işleminin iç kulakta mı, yoksa beyinde mi yapıldığını dahi saptayamamıştır.
Salyangozun içinde korti adı verilen bir organ bulunur. Korti, içinde sadece mucizevî pilcikleri yani tüycükleri bulundurmakla kalmaz, birbiriyle ilişkili bir çok farklı parçadan oluşur. Korti organı sıvı dolu yapısıyla vücudumuzun diğer bölümlerinden de izole edilmiştir. Vücudumuzdaki tüm dokularda rastlanan kan damarlarına burada rastlanmaz. Eğer kan damarları olsaydı, buradaki kan akımını, ‘arka zemin’ gürültüsü şeklinde duyardık. Hiç şüphesiz böyle bir ses, bizim için hiç dinmeyen bir uğultu şeklinde bir işkenceye dönüşürdü.
Örneğin, şu an bu yazıyı okumanız kesinlikle mümkün olmazdı. Bunun da ötesinde, uyku gibi temel bir ihtiyacınızı bile karşılayamazdınız. Yani kulağımızdaki ve vücudumuzdaki tüm özellikler aynen var olsa, sadece bu ayrıntı olmasaydı çok zor durumda kalacaktık.
Buraya dek incelediğimiz tüm bilgiler, bizlere işitme organımızın karmaşık ama kusursuz bir tasarıma sahip olduğunu göstermektedir. Duymanın gerçekleşebilmesi için birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.
Bunlardan biri, örneğin orta kulaktaki “çekiç” kemiği kulaktan çıkarılırsa ya da yapısı bozulursa, artık hiçbir şey duyulamaz. Kulağın duyması için dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, salyangoz, tüycükler gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem “aşama aşama” gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi karmaşık bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası, hem bilim hem de akıl dışıdır. Canlılardaki indirgenemez karmaşıklığa sahip bu gibi organlar evrim teorisini tam anlamıyla yıkmaktadır. Ve bizlere, bizi Allah’ın yaratmış olduğu gerçeğini göstermektedir.
Akla Davet
Buraya dek edindiğimiz tüm bilgiler, bizlere işitme organımızın son derece kompleks ve kusursuz bir tasarıma sahip olduğunu göstermektedir.
Duyabilmek için birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir. Parçalardan biri, örneğin orta kulaktaki “çekiç” kemiği kulaktan çıkarılırsa ya da yapısı bozulursa, artık hiçbir şey duyulamaz. Kulağın duyması için dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, salyangoz ve tüycükler gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem evrimcilerin iddia ettiği gibi “aşama aşama” gelişemez. Çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi karmaşık bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası, hem bilim, hem de akıl dışıdır.
İşte bu nedenle olsa gerek Evrimci Crick biyologlara şöyle bir tavsiyede bulunmaktadır:
“Biyologlar, gördüklerinin tasarım değil, evrim ürünü olduğunu sürekli olarak akıllarında tutmalıdırlar.”(Crick F.H.C., What Mad Pursuit: A Personal View of Scientific Discovery,” [1988], Penguin Books: London, 1990, reprint, s.138)
Bu tavsiye, evrimi savunanların bilimsellikten ne kadar uzak bir önyargıyı savunduklarını belgelemesi bakımından son derece önemlidir. Tavsiyenin sahibi ilerleyen yıllarda evrimci anlayışı terk etmiş olsa da sözü evrimcilerin zihniyetini anlama açısından dikkate alınmaya değerdir.
Öncelikle sözün sahibi, ünlü bir evrimci olmasına rağmen biyologların doğadaki canlılar karşısında hissedeceklerini çok iyi bilmektedir. Çünkü bu his aslında biyolog ya da bilim adamı olmayı da gerektirmeyen insanlığın ortak bir duygusuna dayanır: “Karşınızda bir eser varsa, eseri yapan biri de vardır”. Eserin güzelliği ve ihtişamı, yapana karşı duyduğumuz takdir hislerimizi arttırır.
Crick’in uyardığı biyologlar, içindeki sanatı fark ederek çok güzel bir resmi inceleyen bir insanın durumundadır. Bilim adamı olmasa bile, bir insanın ilk görüşte olağanüstülük hissettiği bir esere bakıp sonra da “bunda bir olağanüstülük yok, doğanın kör tesadüflerin eseri” diyebilmesi olacak şey değildir. Bu davranış Crick’in yaptığı gibi zorlama bir telkini ve önyargılı bir hazırlığı gerektirir.
Ancak canlılarda öyle sistemlere rastlarız ki bilim adamlarının çoğu bu sistemlerde akıllı bir tasarım olduğunu kabul etmek zorunda kalırlar. İşte işitme duyumuz da böyle sistemlerin en başında gelir.
Günümüzde insanoğlu kulağın yerini tutabilen bir cihazı yapmaktan çok uzaktır. Bugün işitme organımızın mekanik bölümüyle yani kulak zarı ve orta kulak ile ilgili bazı problemler işitme cihazları kullanılarak telafi edilmeye çalışılmaktadır. Ancak en gelişmiş araçlar bile kulak zarı ve orta kulağımızın yerini tutamaktadır.
ABD Ulusal İşitme Engelliler Enstitüsü’nün işitme cihazlarını tanıtırken yaptığı hatırlatmalar dikkat çekicidir:
Cihazınıza alışın! Takıp çıkarmayı, ses ayarını kontrol etmeyi, sağ ve sol cihazı ayırt etmeyi ve pili bitince değiştirmeyi öğrenin.
İşitme cihazınız rahatsızlık verebilir! Alışma döneminiz süresince cihazınızı ne sürelerle kullanabileceğinizi işitme uzmanınıza sorun. Ayrıca yine bir uzmana işitme problemi yaşadığınız, çok gürültülü ya da çok az sesli ortamlarda ayarını nasıl yapacağınızı da sorun.
Kendi sesiniz size çok gürültülü gelebilir! Bu sorunu işitme uzmanınız belki çözebilir, ama çözemeyebilir de! Çoğunlukla zaman içinde buna alışılır.
Cihazınız ıslık çalabilir! Cihazın kulak kirini engelleyen ve tıkaç oluşturabilen yan etkisi nedeniyle ıslık sesi duyabilirsiniz. Uzmanınızdan yardım isteyin.
Arka fon gürültüsünü duyabilirsiniz! İşitme cihazınızın işitmek istediğiniz sesleri, işitmek istemediklerinizden tam olarak ayıramayacağını aklınızdan çıkarmayın.
İşitmeyle ilgili iç kulak problemlerinde ise, teknoloji bir şey yapamamaktadır. Biyonik kulak adı verilen cihazlarla işitme siniri ve beynin işitme merkezine sinyaller gönderilmeye çalışılmaktadır. Ancak iç kulakla kıyas yapılabilecek niteliklerde bile bir cihaz henüz keşfedilememiştir.
İşitme siniri ya da beynin işitme merkezindeki problemleri telafi edebilecek bir teknolojiye henüz ulaşılamamıştır.
Her gün yerine yerleştirmemiz gerekmeyen, ses ayarını, temizliğini kendisi yapan, pili bitmeyen harika bir çift organımız var. Üstelik ona sahip olmak için özel bir çaba da sarf etmemiz gerekmedi. Karşılığında bizden herhangi bir şey talep edilmedi.
Kulaktaki tasarım insan vücudundaki ihtişamlı yaratılışın sadece bir örneğidir. Buna karşılık insana Allah’a her an şükretmektir.