Kan Basıncını Kontrol Eden Kusursuz Sistem
Vücudumuzda, kan basıncı düştüğü anda devreye giren kusursuz bir sistem bulunmaktadır. Tıpkı yangın alarmı algılayıcılarının, ateşin çıkardığı dumanı tespit edecek şekilde özel olarak dizayn edilmeleri gibi, bu sistem de ancak alarm durumunda, yani kan basıncı düşünce devreye girer.
Kan basıncının düşük olması insan için çok tehlikeli bir durum doğurabilir. Bu yüzden alarm çalıştığı anda kan basıncını artırmak için bir dizi tedbirin alınması gereklidir. Bu tedbirleri şöyle sıralayabiliriz;
Kan damarları daraltılmalıdır. (Bu daralma, tıpkı uç kısmı sıkılan bahçe hortumunun daha tazyikli su vermesi gibi kan basıncını artıracaktır.)
Böbreklerden daha çok su emilmeli ve kana karıştırılmalıdır.
En kısa zamanda kişinin su içmesi sağlanmalıdır.
Peki bütün bunlar nasıl sağlanacaktır? Yine başka bir eşsiz sistem, her insan bedeninin derinliklerine doğuştan yerleştirilmiştir.
Sistem şöyle çalışır: Kan basıncı düştüğü anda (ya da kanda bulunan sodyum miktarı azaldığında), böbreklerde bulunan bazı hücreler durumu fark eder. Bunlar alarm vericiler olan “jukstaglomerular” (JGA) hücreleridir. Bu hücreler “renin” isimli çok özel bir madde salgılar.(şekil 40)
Hücrelerin, kan basıncının veya sodyum miktarının düştüğünü tespit edebilmeleri başlı başına bir mucizedir. Ancak daha da önemlisi hücrelerin renin salgılamalarıdır. Çünkü “renin” çok aşamalı bir üretim zincirinin ilk halkasıdır.
Şekil 40
Kan basıncı düştüğü anda (ya da kanda bulunan sodyum miktarı azaldığında), böbreklerde bulunan “jukstaglomerular” (JGA) isimli hücreler alarm durumuna geçer ve “renin” isimli çok özel bir madde salgılar.
Şekil 41
“anjiotensinojen” ve “renin” tıpkı bir logonun parçaları gibi, iç içe geçebilecekleri şekilde, birbirlerine uygun olarak yaratılmışlardır.
Şekil 42
Renin, anjiotensinojen molekülünün yapısını değiştirir ve yeni bir molekül “anjiotensin I” ortaya çıkar.
Kanın plazmasında bulunan ve normalde kanda dolaştığı halde hiçbir şekilde etkisi olmayan bir protein vardır. Bu protein karaciğerde üretilen “anjiotensinojen” proteinidir. Hayranlık uyandıran bir planlamanın ilk aşaması burada başlar. Çünkü tek başlarına hiçbir işe yaramayan “anjiotensinojen” ve “renin” aslında birbirleri ile birleşmek için özel olarak tasarlanmışlardır. Tıpkı bir logonun parçalarının iç içe geçebilmeleri için birbirlerine uygun olarak imal edilmeleri gibi. (şekil 41)
Burada düşünülmesi gereken bir nokta vardır: Böbrek hücreleri ve karaciğer hücreleri vücut içinde birbirlerinden uzaktadır. Nasıl olur da birisi logonun bir parçasını (renin) üretirken, diğeri bu parçaya tam uyan diğer parçayı (anjiotensinojen) üretir ve yine nasıl olur da bunlar birbirlerine tam olarak uygun olurlar? Bunun evrimcilerin iddia ettiği gibi tesadüfen meydana gelmesi kesinlikle imkansızdır. Şüphesiz her biri Yüce Allah’ın sonsuz ilmiyle yaratılmıştır.
Renin, anjiotensinojen molekülünün yapısını değiştirir ve yeni bir molekül “anjiotensin I” ortaya çıkar: (şekil 42)
Renin + Anjiotensinojen -> Anjiotensin-I
Ortaya çıkan bu yeni molekülün de bir etkisi yoktur; çünkü üretim zinciri henüz bitmemiştir. Devreye akciğerde bulunan “ACE” adında ve sadece “anjiotensin-I” molekülünü parçalamaya yarayan bir enzim girer. Bu enzim sayesinde “anjiotensin-I” daha farklı bir molekül olan “anjiotensin-II” molekülüne dönüşür: (şekil 43)
Anjiotensin-I + ACE Enzimi -> Anjiotensin-II
Bu noktada tekrar düşünmek gerekir: Böbrek ve karaciğer hücrelerinin ürettikleri iki farklı molekül etkileşmiş ve ortaya yeni bir molekül çıkmıştır. Böbrek ve karaciğer hücreleri ile hiçbir alakası bulunmayan akciğer hücreleri de bu yeni molekülün tam olarak birleşeceği bir enzim üretmektedir. Üstelik bu enzimi, söz konusu moleküller birleşmeden çok önce üretmektedir. Nasıl olur da akciğer hücreleri, daha gerçekleşmemiş olan bir olay ve daha üretilmemiş bir maddeye en uygun enzimi üretebilmektedir? Bu maddeyi bir başka maddeye çevirecek enzimin formülünü nereden bilmektedir? Kuşkusuz akciğer hücrelerine bu bilgileri ilham eden eşi ve benzeri olmayan Yüce Allah’tır.
Şekil 43
ACE enzimi “anjiotensin-I”i daha farklı bir molekül olan “anjiotensin-II” molekülüne dönüştürür.
Anjiotensin-II adlı enzimin iki hayati görevi vardır: Bunlardan birincisi kan damarlarının daralmasını sağlamaktır. Anjiotensin II enzimi, kan damarlarının etrafında bulunan kasları uyarır ve kasılmalarını sağlayan mekanizmayı –ki bu da kusursuz bir yaratılışın delilidir- harekete geçirir. Böylece kaslar kasılır, damar çapını daraltır ve kan basıncı artırılmış olur. Bu varılmak istenen birinci sonuçtur.
Anjiotensin-II maddesinin ikinci önemli görevi ise, mucizevi bir hormon olan “aldosteron”u göreve çağırmaktır. Anjiotensin-II maddesi böbrek üstü hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere “aldosteron” salgılamaları emrini verir. Bu da planın kusursuzluğunun bir başka delilidir. Çünkü aldosteron, böbrekleri etkileyecek ve böbrekler idrardaki suyu geri emerek kana karıştıracaktır. Böylece kan basıncı artacaktır. Bu da varılmak istenen ikinci sonuçtur. (şekil 44)
Şekil 44
Anjiotensin-II maddesi böbrek üstü hücrelerine ulaşır ve bu hücrelere “aldosteron” salgılamaları emrini verir. Aldosteron ise böbrekleri etkileyerek, böbreklerin idrardaki suyu geri emmelerini ve kana karıştırmalarını sağlar. Bu ise kan basıncının artmasıyla sonuçlanır. Bu son derece kusursuzca işleyen muhteşem bir plandır ve Allah’ın sonsuz ilminin bir tecellisidir.
Böbrek, karaciğer ve akciğerin ortaklaşa çalışması sonucunda üretilen “anjiotensin-II” maddesinin çok önemli bir görevi daha vardır: Beynin özel bir bölgesine ulaşmak ve o bölgeyi harekete geçirmek. Bu bölge susama hissini uyandıran “susama bölgesi”dir.
Ancak “anjiotensin-II” maddesinin önünde bir engel vardır. Çünkü beyni korumak için kandan beyin dokusuna geçişi çok zorlaştıran, çok seçici bir sistem vardır ve buna “kan-beyin bariyeri” denir. Bu sistem beyinde 1-2 noktada bulunmamaktadır ve bu noktalardan biri de “susama bölgesi”dir. Bu özel yaratılış sayesinde beynin susama bölgesi uyarılır ve insanda su içme isteği meydana gelir.(şekil 45)
Şekil 45
Anjiotensin-II beyindeki susama bölgesini uyarır ve bu sayede insanda susama isteği meydana gelir.
Böbreklerin, akciğer ve karaciğerin bir plan içinde, ortaklaşa ürettikleri maddeler bir düzen içinde birleşmiş ve sonuçta kan basıncının yükselmesine neden olan bir hormonun salgılanmasını sağlamışlardır. Bunun için böbrek hücreleri, akciğer hücreleri ve karaciğer hücrelerinin biraraya gelip bir koalisyon oluşturmaları gerekir.
Bu koalisyon önce kan basıncı düştüğü zaman ne yapılması gerektiğini araştırmak zorundadır. Bu araştırma sonucunda da koalisyonun en ideal çözüme karar vermesi gerekir: Bu ideal çözüm “kan damarlarının çaplarını daraltmak” ve “aldosteron hormonunun salgılanmasını sağlamak”tır.
Ardından yine biraraya gelip, uzun araştırmalar yapıp, böbrek üstü bezlerinin ve damar kası hücrelerinin anatomilerini, çalışma sistemlerini analiz etmelidirler. Sonra bu damarların kasılması ve böbrek üstü bezlerinin aldosteron salgılaması için mucize bir formülü yani “anjiotensin-II” maddesinin moleküler projesini tespit etmiş olmalıdırlar.
Yapılması gereken son iş, bu molekülün nasıl üretileceğinin tespit edilmesidir. Her organ bu molekülün üretim aşamasında bir sorumluluk almalıdır. Çizilen üretim planı çerçevesinde üç aşamalı bir montaj sistemi uygun görülmeli, her organa bir görev paylaştırılmalıdır. Böbrek hücreleri “renin” üretmeye, karaciğer hücreleri “anjiotensinojen” üretmeye, akciğer hücreleri de “ACE” üretmeye karar vermeli ve görev dağılımı tamamlanmalıdır. Ardından toplantı sona ermeli ve hücreler ait oldukları yerlere geri dönmelidir. (şekil 46, 47)
Bu sistemin her parçası, üzerinde düşünülmesi gereken harikalarla doludur. İnsan vücudundaki her hücre özel bir görev için yaratılmış, özel niteliklerle donatılmış ve görev yapması gereken yere yine özel olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunda meydana gelen tüm olayları Rabbimiz yaratmıştır ve insan bedenindeki her ayrıntı da O’nun sonsuz ilminin delillerinden sadece birkaç tanesidir. Yüce Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi:
Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, herşeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)
Şekil 46
İnsan hiç farkında dahi değilken, böbrek, karaciğer ve akciğer hücreleri adeta bir toplantı düzenler ve hücreler arasında görev dağılımı yaparlar.
Şekil 47
Bu toplantı sonrasında tüm hücrelerin görevleri belirlenmiştir ve her biri ne yapacağını çok iyi bilmektedir. Allah’ın, gözle görülemeyecek kadar küçük olan bu varlıklara ilhamıyla, insanın kan basıncı dahi kusursuzca kontrol altında tutulmaktadır.